Bilim Felsefesinde Fizik ile Metafiziğin Sınırları I

"Ne var, ne yok?" sorusu ontolojinin kalbinde yer alır. Bu çalışma, metafiziğin ihmaline karşı bir uyarıdır. Varlık, mantık, fizik, kuantum ve dil üzerinden metafizik sınırları tartışır. Gerçekliğe dair mutlak değil, sınırlı ve izafî cevaplar sunar.

GİRİŞ

‘Ne var, ne yok?’ sorusu, daha özelde ontoloji bilimini doğrudan ilgilendiren, en derin felsefi konulardan biridir. Var ve yok kavramlarının tanımı tartışmalıdır. Hatta ‘tanım’ın kendisi dahi, metafizik sınıra dayanan bir kabuldür. Dolayısıyla daha işin başında yani sorunun kendisinde ve anlamında bir uzlaşmaya varılmış değildir. Hal böyle olunca, izah mahiyetinde yazılan ve çizilen nice bilgiler, kesinlik olma iddiası ve konumundan uzaktadır. Bu soruya verilen bütün cevapların, tamamı göreceli olmasa bile, gerçekliğin sadece bir parçası olabilir.

Metafizik, özellikle akademik camiada, bilim felsefesi perspektifinden, uzun süreden beri zulme uğramaktadır. Bunun sonucunda, başta topyekün insanlık olmak üzere bütün varlık ağır faturalar ödemektedir.

Acilen yapılması gereken en temel akademik çalışmalardan biri, metafiziğin itibarını iade etmektir.

Bu çalışma, ilgili ehliyetli bütün muhatapları harekete geçirmek için sobaya bırakılan bir çıradan ibarettir.

Okuyacağınız bu uzun metinde sırasıyla; varlık, mantık, fizik, kuantum, matematik ve dil gibi 6 farklı konu üzerinden metafizik noktalara, misaller eşliğinde hem dikkat çekilecek hem de işaret edilecektir.

1. VARLIK

1.1.Varlık Kategorileri

Varlık tasnifi, birçok filozof tarafından üzerine düşünülmüş bir konudur.  Sınıflandırmalarında aynı veya ayrı birçok nokta olsa dahi, nihayetinde bütün bu varlığı, büyük bir nispetle, bir noktaya ‘bağlama’ söz konusudur. Filozofların çoğunluğu, fiziki varlığı, metafizik Bir ve Var ile izah etmektedir. Bu Var’a, felsefenin dilinde, İyi, Güzel, O, Mutlak, Sonsuz, Zorunlu, Gayb veya Zat gibi birçok farklı isim ya da kavram ile karşılaşılır.

Aristoteles, Kapalı Evren modelini savunur. Evren, sabit sayıdaki cevherlerin dönüşümünden ibarettir. Ona göre, uzay sınırlı fakat zaman sınırsızdır. Fakat o, bu varlık sınıflandırmasında, cevherlerin hareketini açıklamakta zorlanır. İşte bunun için o, varlığı gider ‘Bir İlk Hareket Ettirici’ ye bağlar. Burada Aristoteles’in kastının Tanrısal bir varlık mı yoksa sadece mantıksal bir ilk ilke mi olduğu tartışmalıdır. Onun, nihayetinde metafiziği kabul ettiği ya da çaresizce etmek durumunda kaldığı bu nokta, elbette dikkatlerden kaçmaz. Aristoteles’e göre madde (hylē), tüm fizikî varlıkların potansiyel yönünü teşkil eder; bu yönüyle hem hâlihazırda var olan hem de var olması mümkün olan cisimsel şeylerin ontolojik temelidir.

Platon’un ontoloji düşüncesi, talebesi Aristoteles’ten farklıdır. Meşhur Bölünmüş Çizgi (Şekil-1) sınıflandırmasında, dört kategoriye ayırır varlıkları.   İdealar ve Hipotezler ‘düşünülen alem’ manasında Noeton’dur. Nesneler ve Yansıyanlar ‘görünen alem’ anlamında Horaton’dur. Bunları aşağıdan yukarıya doğru ve her defasında daha da genişleterek sıralar. Her üst kategori, bir alt kategoriden daha büyük ve yücedir. Yine buna paralel olarak bir de bilgi kuramını ifade eder. Bunlar aşağıdan yukarıya –uzaysal anlamda değil- doğru sırasıyla; sanı, kanaat, çıkarım ve akletme şeklindedir. Nihayetinde bu 4 âlemi de bağladığı temel İlke ise İyi anlamında Agathon’dur. Platon’a göre bilmek, bütünüyle yeni bir şeyi keşfetmek değil, ruhun Noeton’da önceden görmüş olduğu hakikatleri hatırlamasıdır. Bu bakımdan unutmak, bir eksiklik ya da patoloji değil; ruhun bedene inişiyle birlikte oluşan doğal bir örtüdür. Bilme süreci ise, bu örtünün yavaş yavaş aralanması ve ruhun daha önce gördüklerini yeniden hatırlamasıdır.

Plotinos de, Platon’un izini takip eder. Tüm kategorilerin ötesinde bütün varlığı metafizik Aşkın’a, Mutlak Bir’e bağlar. Bu belirsiz ya da belirlenemez Mutlak Biri, To Hen olarak ifade eder. Tıpkı filozof Anaksimandros’un başlangıcı ve sonu olmayan temel ilkesi Apeiron gibi. Plotinos varlığı, Mutlak Bir’in zuhuru olarak kabul eder. Bir’e dönüşü ise birlik anlamında Henosis kavramıyla dile getirir. O, maddeyi ise ‘prope nihil’ yani ‘hemen hemen hiç’ anlamında görür.

Muhyiddin İbni Arabi ise, varlığı, aşağıdan yukarıya doğru -bu tabirim elbette kelime yetersizliğinden- yani ednadan alaya doğru ve arada berzah ayrımları olmak kaydıyla, 5 kategoride izah eder. Bunlar genellikle sırasıyla, Şehadet Âlemi, Misal Âlemi, Melekût Âlemi, Rubûbiyet Âlemi, Ulûhiyet Âlemi şeklinde kavramlaştırılır. Ayrıca İnsan Âlemi, her ne kadar en sonda bir âlem olsa da, ona ‘özel’ bir anlam yükler. (Şekil-2) Diğer varlık mertebeleri ile irtibatlı olan insan, varlığın hem çekirdeği hem de meyvesidir. Bütün bu varlığı, Bir’e bağlar. Görüldüğü gibi burada da topyekûn izafi varlığın varlığı, metafizik anlamda, Mutlak’a, Zat’a bağlıdır. Ona göre varlık, Var’ın sudûru, zuhuru yani tecellisinden ibarettir.

M. Fethullah Gülen’in Kalbin Zümrüt Tepeleri eserlerini, ontoloji perspektifinden inceledim. (Şekil-3) Yaptığım bu okumalarda, kendimce bir çıkarımda bulunduğum onun masiva anlayışını da paylaşarak bu faslı kapatalım. Temelde, 7 varlık mertebesinden bahsedilebilir. En alt alemin adını da taşıyan Mülk suresinde, bu konuya bir işaret vardır. ‘Yedi kat göğü birbiriyle tam uyum içinde yaratan O'dur. Rahman'ın yaratmasında hiçbir nizamsızlık göremezsin. Gözünü çevir de bak: Herhangi bir kusur görebilir misin? Sonra tekrar tekrar gözünü çevir de bak, gözün bir kusur bulamadığından, eli boş ve bitkin geri döner.’ (Ayet, 3 ve 4)

Bunlar, Mülk Âlemi, Melekût Âlemi, Kürsi, Ceberut Âlemi, Rahamut Âlemi, Arş ve Lahut Âlemidir. İşte bütün varlığın varlığı, bu Mutlak Gayb olan Zat’a bağlıdır. O Zat, Kendinin özel adını ‘Allah’ lafzı celali ile bildirir.

Bu mevzudaki, Aristoteles, Platon, İbni Arabi ve Gülen’in yaklaşımlarının, farklılıkları ve benzerlikleri söz konusudur ki, ilgili kaynaklardan daha detaylı bir şekilde incelenebilir.

1.2. Canlı Olmak Üzerine

Canlı olmak, Aristo’nun sadece kategorisinde kullanılan bir ayrım olmanın çok ötesinde metafizik bir cevherdir.

Ayhan Çitil’in canlı tanımlaması ise şu şekildedir: ‘‘Unsurların, özdeşliği haiz tek bir şey olmaları, ancak bir canlının bütünlüğü içerisinde gerçekleşir. Canlı; bu itibarla nitel derece kabul edilen özdeşliklerin aşılması ile ortaya çıkan tanenin adıdır.’’

‘‘Canlı, arzu edendir. Arzu; varlıkları bakımından içsel kuvvete, etkileşimleri bakımından dışsal kuvvetlere tabi olan unsurların, nitel derece kabul eden özdeşliği, aşmaya olan yönelimleridir. Canlı, sürekli bir asal gerilim içerisindedir. Unsurların, içsel kuvvetler itibariyle kendinde olandan ayrılmaları nedeniyle, kendinde olana yönelmeleri ve özdeşlik kazanmak üzere canlı oluşmaya yönelmeleri, asal bir gerilim oluşturmaktadır.’’

Canlıda hem arzu hem irade hem de isteme olarak 3 temel metafizik unsur vardır. Arzu, pasif ve hareketsizdir. Oysa irade, aktif ve hareketlidir. Canlı hem hareket edebilen hem durabilendir. Canlıdaki somut unsurlar fizikseldir. Oysa arzu ve irade, metafizik soyut bir kabuldür.

Unsura özdeşlik addedilirse, canlı, yığına ya da mekaniğe dönüşür ki, bu hatalıdır.

Canlı kalma arzusu, canlı kalma riskini artırır. Metafiziğe nispetle, fiziksel madde zamanla çözülür. İşte budur, entropi! Her parçacık kendi zamanının imzasını taşır.

Canlı, var oluştur. Var, öncedir. Oluş, sonradır. Var, metafiziktir. Oluş ve bozuluş ise fiziktir.

2. MANTIK

2.1. Özdeşlik İlkesi

Mantığın birinci adımı aynılık ilkesidir. Bu bilimin de en temel kabulüdür.

Filozof Martin Heidegger’e göre, varlık için özdeşlik imkansızdır. Çünkü varlık; Var Duran’ dan kopuştur. Bu kopuş, var olmuş, var olan ve var olacak her şeyi kapsar.

Ona göre özdeşlik, bir öze dönüş yolculuğudur. Mutlak Var’dan başkası için, aynılık yani özdeşlik mümkün değildir, sadece göreceli kabul edilebilir.

Zaten tam anlamıyla, zamanın dışına çıkmadan aynılık yani özdeşlik bilinemez ki!

A, A dır diyebilmek varlık için imkansızdır. Sağdaki A, soldaki A ile aynı değildir, zira uzay var. Önceki A ile sonraki A, özdeş olamaz, zira aralarında az da olsa bir zaman var. Gayet tutarlı bir açıklamadır. İşte, insanlar hem An’a hem de Madde’ye tam nüfuz edemez. Çünkü uzay-zaman kuşatılamaz ama kuşatır.

Teorik fizikçi John A. Wheeler perspektifinden zaman, her şeyin aynı anda olmasını engellemek için doğanın kullandığı araçtır. Ama ben, doğanın kodu demeyi tercih ederim. Zira o kodun da, Bir kodlayanı Var!

Görüldüğü üzere varlık için mantığın en temel ilkesi olan özdeşlik, metafizik bir kabule bağlanmadan mutlak geçerliliği söz konusu olamaz.

2.2. Çelişmezlik İtiraz Kabul Etmez!

Çelişmezlik, aklın ve mantığın en temel ilkelerindendir. Ona itiraz etmek dahi ancak ‘çelişki ilkesi’ ile mümkündür.

Bir P önermesi kuralım. P: Çelişmezlik ilkesi yanlıştır, olsun.

P doğru ise, bu ilke kullanılamaz.

P yanlış ise, bu ilke kullanılır.

Görüldüğü gibi bu ilkeye itiraz etmek de çelişkilidir. Zira doğruysa kullanılmazken, yanlışken kullanılabilir gibi bir tür safsata oluşur.

Oysa sonsuz derecede büyük ya da küçük varlıklar üzerinde yapılan düşünsel işlemlerde ortaya çıkan sonuçlar çoğu zaman çelişkili görünür. Örneğin, Nicholas (ö. 1464), iç açıları toplamı iki dik açıya eşit olan bir üçgenin, sonsuzda bir doğruya dönüşeceğini ileri sürer. Benzer şekilde, bir çember yayı da, uzunluğunu koruduğu varsayımıyla, sonsuzda bir doğru haline gelmiş kabul edilir. Ancak bu durum, kavramsal bir gerilim yaratır. Çünkü ne bir doğru eğridir, ne de bir eğri doğrudur; ayrıca üçgen de doğrusal bir şekil değildir. Dolayısıyla, sonsuzlukla yapılan işlemlerde klasik anlamda çelişmezlik yasasının her zaman geçerli olup olmadığı sorgulanabilir. Fiziksel dünyada anlamlı olan ölçüm kavramları, bu tür metafiziksel varsayımlar için doğrudan uygulanamaz.

2.3. Gaye, Amaç, Maksat

Fiziki unsurlar ile varlıktaki gayeyi, hedefi, maksadı, amacı veya ereği bilmek imkânsızdır.

Öyleyse bu ya icat edilir ya yok farz edilir ya da metafizik unsurlar ile açıklanır. Başka da bir yol görünmez. Madde, anti madde, enerji, anti enerji, esir, uzay, zaman, hareket, kuvvet ve ışığın kendisinde gaye bulunmaz.

Bütünü bilmeden - yani tümdengelimin esas alınması ile birçok problemin çözüleceği tezi - varlığın bazı parçalarına, gaye tanımlaması icat etmek, sınırlı varlığın sınırsıza anlam arayışı demektir. Bu bir yanılgıdır.

Anlamı yok saymak ise, kendini yok veya hiç saymaktan pek bir farkı yoktur.  O zaman, bu sorunun doğru cevabı fiziksel ve kimyasal unsurlarda değil, bunları bir form olarak kullanan metafizik unsurlarda aramak gerekir.

Hasılı yukarıdaki bu unsurların, amacına yönelik nihayetinde dayanacağı en temel İlke zorunludur. Kategori üstü bu İlke, olmuş-olan-olacak değil olduran Mutlak Zat’tır. O, İyi’dir. Çünkü İyi hem nasıl hem de niçin sorusunun cevabıdır.

Her varlık, O’ndan pay alır ve vücuda gelir. Bu pay alma sayesinde topyekûn Varlık hem var olmuştur hem vardır hem var olacaktır. Varlık, var olmuş veya olandan değil, Var Duran’dandır. Kayyum, aynı zamanda bu anlama gelir.

2.4. Metafizik Kategoriler

Filozof Kant’a göre, uzay ve zaman birer formdur. Onlar sayesinde insan zihni nesneleri algılar. Mutlak olarak kuşatılamayan bu saf görüleri, insan zihni, apriori anlamda kavrar. Dolayısıyla nesneleri uzay ve zamanda bilir ve kurar. Ama nesneler sayesinde, uzay ve zaman kuşatılamaz ve anlaşılamaz.

İlave olarak bu nesneleri kavramak için, 4 kategoriden bahseder. Bunları da 3 ayrı alt başlıklara böler. Sadeleştirerek ifade edelim:

Nicelik; bir, çok ve bütün şeklindedir. Tekil, tikel, tümel olarak kabul edebiliriz.

Nitelik; olumluluk, olumsuzluk ve sınırlama şeklindedir.

Bağıntı veya nispet; nedensellik, etki-edilgi ve kendilik-araz şeklindedir. Buradaki ‘kendilik’ kavramının esasında bir metafizik kabul olduğu açıktır.

Kiplik veya modalite; var-yok, zorunlu-mümkün ve imkânsız-ihtimal şeklindedir. Buradaki birinci kısım tavırlarda yani var/zorunlu/imkânsız kipleri, fiziğin bittiği metafizik sınırlardır.

2.5. İndirgeme Hatası

Bilim felsefesi yani ilmi metodoloji açısından, özellikle varlığı anlama konusunda indirgeme hatası yapılmaktadır.

Batı aydınlanması öncesinde bir zamanlar, Zat ve Mutlak Var’dan hareket ile metafizik yapılırdı. Metafizik ile de canlı ve cansız bütün varlığın açıklamasına gidilirdi.

Can’ın izahı inanca kapı araladığından ötürü, önce bugünkü adıyla Biyoloji bilimi ana akımdan elendi.

Fiziğin maddenin küçük ve büyük parçalarına kadar nüfuz etmesi ile Kimya ve Astronomi de bu akımdan nasibini aldı ve onlar da elendi.

Artık varlığı araştırma yolculuğunu Fizik ile yapar olduk. Böylece varlığın sadece fiziki tarafı yani tek kanadı araştırılmaktadır.

Bu indirgenen varlık da matematik ile çözümlenmektedir. Matematiğin de temelinde dilin imkânları ile kurulan, klasik ve niceleme mantığının farklı versiyonları vardır.

Aklın teorik kapasitesinden ötürü, Saf Aklın Kritiği eserinde bu indirgemeci anlayışla bilim felsefesini savunanlardan olan filozof Kant, psikoloji, kimya ve tarihi bile bir bilim olarak kabul etmez.

Zaten, görüde dolaysızca var olan, temsil edilebilir olanda modelini inşa edemediğimiz, her şey hakkında yaptığımız muhakeme, bir yanılsamadan ibarettir. İlmi metodolojide Kant felsefesinin bir cümlede özeti işte budur!

Oysaki Biyoloji biliminin sahasındaki varlıkları, Fiziğe indirgemenin birçok metafizik unsuru göz ardı etmek olduğu aşikârdır.

Önce Biyoloji biliminden teleolojik can anlayışı elendi. Sonra Kimya biliminin atom altına uzanması sayesinde, mantığın özdeşlik ve nedensellik ilkesinin kuantum aleminde çatallaştığı görüldü. Bütün bu mesajları tam anlamladıramadan şimdilerde, işimize geldiği gibi ve işimize geldiği için Fizik yapılmaktadır.

Hasılı, Biyoloji ve Kimya varlığı anlamada sadece Fizik biliminin uydusu konumundadır. Matematik ise adeta bu düzenin muhasebesini tutmak için yapılmaktadır, maalesef. Bilim felsefesindeki bu acı sonuç, teleolojinin hor görülerek elenmesinin ağır bir bedelidir.

2.6. Can ve Cevher İlişkisi

        Madde bölünür, birimlere ayrılır, parçalanır. Oysa can, asla böyle bir cevher değildir. Can, bir bütündür, birimi yoktur, parçalarına ayrılamaz. Dolayısıyla o, fizik, matematik ve mantığın sahasına giremez. Can, sayı değildir. O, sayı ötesi metafizik bir cevher taşır. Hele insan hele insan!

         Bu nedenle bilim felsefesinde, daha işin en başında, klasik mantık kurulurken çizilen Porfiryus Ağacında (Şekil-4) önemli bir metafizik hata vardır.

Bu önemli kusur düzeltilmeden yapılan kavramlaştırmalar ve kurulan önermeler, öncelikle anlam bakımından yoksundur. O nedenle alternatif bir ilim metodolojisine ihtiyaç vardır. Bu bağlamda kendi düşüncemi aşağıdaki tablodan inceleyebilirsiniz. (Şekil-5)

Bitki, hayvan veya insan olsun, herhangi bir organizmayı, fiziki ve maddi parçalardan oluşan bir makine haline getirerek incelemek, ona indirgemeci bir yaklaşım demektir. Zira makinenin bir parçası bozulur ve çalışmazsa, onu içeriden tamir edecek bir ‘güç’ ve bir ‘kuvvet’ yoktur. Ancak, dışarıdan ‘bir el’ o makinayı ıslah edebilir. Oysa canlı, belli seviyede ve görünüşte kendi kendini onarabilme yetisine sahiptir. Bu yeti, canlı organizmalarda, madde ötesi, maddeyi aşkın veya madde de içkin birçok metafizik çeşitliliğe işaret etmektedir.

Hatta hayvanlardaki bu metafizik unsurlar ile insanlardaki birebir aynı değildir. Yapılan bir incelemede, hafıza kaybı konusu araştırılır. Zamansal olarak, belli aralıklarla, A, B, C ve D gibi 4 farklı olay test edilir. Hayvanların unutma sırası, D, C, B ve A şeklindedir. Oysa insanların unutma sırası, hayvanların yön olarak tam tersine, A, B, C ve D olarak tespit edilmiştir.

Demek ki, canlı organizmaları hem kimyasal veya fiziksel olarak hem de özdeş türler gibi incelemek, onların varlıklarını hatalı bir şekilde, indirgeme ile anlama ve tanımlama yöntemidir. Bu ise önemli bir yanılsamadır.

2.7. Tekillik ve Paradoks

Mantığın dayandığı özdeşlikten sonraki en temel ilkesi çelişmezlik yasasıdır. Bu yasanın keşfi, yazılı tarihi kaynaklara göre Platon’a kadar uzanır. Aristoteles ise hocasından öğrendiği bu ilkeyi, on dört parçadan oluşan Metafizik serisinin dördüncü kısmında daha da açmaktadır. Ne var ki, bu ilkenin geçerli olmadığı özel istisnai durumlar vardır. Bunlara tekillik adı verilmektedir.

Mesela Büyük Patlamanın anı hatta öncesi -kelime yetersizliğinden kullandım- tekilliktir. Zira uzay, zaman, madde, anti madde, enerji, anti enerji, esir, hareket, kuvvet gibi temel fiziksel unsurlar bilim felsefesine göre o andan sonra başlar.

Tekillik durumu metafiziksel noktalardandır. Buralarda, çelişki yasası dolayısıyla mantık işlemez. Mantık, mantığa yol verir. Bu durum, esasında aklı yine özel bir Akıl ile aşma noktasıdır. Böylesi bir aşma düşüncesi ise aşkınlıktır, doğrudan metafizik bir kabuldür.

Yine kurdele şeklinde devam eden bir eğri düşünelim. Bu eğri normalde süreklidir. Sürekli ise her noktada türevi alınabilir. Fakat kesiştikleri noktada, ‘yön’ tek olmadığından, bu belirsizlikten dolayı türevi alınamaz. Kısaca sürekli olmayan, süreksiz bir istisna nokta vardır orada. İşte buna da tekillik denir.

Başka bir misal daha verelim. Bir E alanına sahip daire düşünelim. Bu daireyi herhangi bir R kirişi ile ikiye bölelim. A ve B şeklinde 2 alan elde edilir. İnsan, R olmadan, A yı B den veya B yi A dan fark edemez ve ayıramaz. Tekillik şurdadır: R çizgisi adı verilen bu ayrımın/berzahın alanı hem vardır hem yoktur. Oysa bu, mantık ilkesi olan çelişmezliğe ters bir durumdur. Dolayısıyla hem fiziğe hem matematiğe hem mantık yasalarına aykırıdır.

Önce R vardır diyelim. E alanından R alanı çıkarılırsa, R′ işleminin sonucu zorunlu olarak A U B olur.

Sonra R yoktur diyelim. E alanından R = ∅ alanı çıkarılırsa, sonuç yine zorunlu olarak A U B olmaktadır.

Görüldüğü üzere R hem var hem yoktur. Yani dikkat edilirse burada mantık çalışmaz. Bir tekillik söz konusudur. Russell paradoksu olarak bilinen bu sınır durumlarında, hep çelişkiler ile karşılaşılır.

Zaman’ın en küçük parçası olan an’ı düşünelim. Şimdi, geçmiş ile gelecek arasında izafi bir noktadır an. Adeta o hem var hem yok, bir başka çelişki durumu değil midir?

Peki fiziği aşan bu durumlardan kurtulmak mümkün müdür? İşte Hilbert, fiziği bu paradokslardan kurtarmak istedi. Ama Kurt Gödel, bunun imkansızlığını, matematik kullanarak ‘tamamlanamazlık’ isimli iki teorem üzerinden ispat etti.

İşte bugün, bütün fiziksel unsurların doğruluğu bir yana, yaklaşık fiziğe indirgenen, metafiziğe sınır paradokslar ile bilim yapılmaktadır.

Sonuçta hem makro alemde hem de mikro alemde bir çizgi vardır. Bunların içinde kalarak, ancak ve ancak indirgemeci yaklaşımla, sınırlı boyutlardaki kısmi ve göreceli doğrulara ulaşılmaktadır. Fakat bu tam gerçeklik değildir. Çünkü tekilliklerin varlığı, metafizik alemlerin kapılarının kırılmaz şifreleridir.

2.8. Parça Bütün İlişkisi

En temelde mantık biliminin işlevi, varlıktaki parça ve bütün ilişkisini açıklamasıdır.

Birey, yığından farklıdır. Bunlar özdeş olamaz. Birey bir bütündür. Yığın veya maddi unsurlar ‘tane’ değildir. Birey, yığını kapsar, kuşatır ama o parçaların ötesidir. Yığın dağılsa da ‘tanelik’ devam eder. Tanelik, yığından türetilemez. Zaten bilmenin özü, bu Bir'i bilmektir.

Geştalt yaklaşımına göre, bütün, parçaların toplamı değildir. Birey, yığından fazladır, büyüktür. Bu bireyselleştirme faaliyeti, içsel tutuş ile ancak insana has bir durumdur. Dikkat edilirse burada yapılan şey fizik değil metafiziktir.

Mesela bir sanat eseri, parçaların niteliğinin ve niceliğinin toplamının ötesindedir. Sanat, kusursuz bir bütündür. Bu sebeple doğrusu, Bir Güzel’dir. Güzel Bir’dir.

Bir elma bireydir. Ama parçalanan 2 yarısı nicelik olarak 1 elma olsa bile, birey anlamında artık 1 elma değildir. Zira birey unsurlara ayrılabilir ama unsurlardan birey yapılamaz. Bir elma ikiye bölünebilir fakat bölünmüş iki parçasından önceki bir elma yapılamaz. Entropi termodinamik yasası buna geçit vermez. Bu yasa, zamanın geriye döndüremezliğinin, tek yönlülüğünün bir sonucudur. Kısaca metafizik bir sınır var burada ve dolayısıyla Evrende.

3. FİZİK

3.1. Nedensellik ve Kuvvetler

Nasıl yağmur yağar sorusu temelde fiziği esas alan bir nedensellik içerir. Oysaki niçin yağmur yağar sorusu, nedenselliğe ilave olarak, insan düşüncesinde ister istemez metafiziğin kapısını çalar. Nasıldaki sebep fiziğe, niçindeki sebep metafiziğe bakar.

Mesela iki madde arasındaki F = G. M1. M2 / R2 formülündeki eşitlik, düzen, denge, yasa veya ahenk niçin sorusunun değil nasıl sorusunun izahıdır. Ahenk, seslendirilen bir beste veya okunan bir güftedir fakat seslendiren/okuyan o değildir. Her şiir, şairinin imzasıdır ama kendisi imza değildir.

İspat ya da keşif, evvelce doğru olanın ahirde deliller ile gösterilmesinden ibarettir. O zaman bu durum, doğrunun kaynağının izahı değildir. Görüldüğü gibi, soru cevaptan önemlidir. Zira doğru soru, bağ kurar. Bu irtibatı kurabilen alim, kuramayan ise cahildir. Bağ kuran bilge, fiziği kabul eder ve onunla iş de yapar. Fakat metafizik komşularına da saygı duyar.

Fiziksel nesnelerdeki nedensellik ile biyolojik canlı organizmalardaki nedensellik birebir aynı değildir.

Cansız bir nesne, kendisine herhangi bir dışsal kuvvet uygulanmazsa harekete geçmez. Hareket halinde ise belli hesaplamalarla koordinatları belirlenebilir. Fakat canlılarda durum böyle değildir. Zira canlı da aynı zamanda bir içsel kuvvet vardır. Bu da hesaplanmaz metafiziksel bir faaliyettir.

Esasından maddeyi incelerken, ona etki eden ve dolaylı olarak fark edilebilen malum 4 kuvvetin, sadece 2 tanesi ile fizik yol almaktadır. Normo alemde zayıf ve güçlü nükleer kuvvet pek dikkate alınmadan indirgeme yöntemi ile sanki yokmuşçasına bilim yapılmaktadır. Bu ilmi metodoloji, doğrunun bir kısmına ulaştırır ama bu tam gerçeği de vermez. Her zaman bir sapma söz konusudur. Buna rağmen mevcut bilgiler insanlar için kâfi gelmektedir. Yani şimdilik çıkar ve menfaat açısından iş görmektedir.

Çekim kuvveti ile elektromanyetik kuvvet daha ziyade, normo ve makro alemde, nükleer kuvvetler ise mikro alemde iş görmektedir.

Oysaki fiziksel unsurlar da atomlardan oluştuğuna göre, neden güçlü ve zayıf kuvvet pek hesaba katılmaz? Çünkü bir sınır var ve insan o sınırı geçemez. İşte bundan sonrası, dolaysızca bile kavranamayan, mantık ilkelerini bile kısmen işlevsiz kılan mikro metafizik sınıra/alana dahildir.

Elektrik göndererek tel ısıtılır. Ama tel ısıtılarak elektrik gönderilemez. Çünkü nedensellik ilkesinin kendisi, zamana ve entropi yasasına tabidir. Yasadan büyük başka bir yasa var. Yasa, yasayı koyana delalet eder. Yasa koyan, yasayı uygulayan ve koruyandır. Koruyan ise korunan fiziksel bir cevher olamaz. Metafizik ve fiziği böyle kuran ve koruyan elbette O’dur.

3.2. Newton ve Kuvvetlerin Kaynağı

Newton, kendi ders notlarında (The General Scholium) kuvvetlerin gerçek kaynağı hakkında bakın ne düşünür:

‘‘Tabiatta gözlemlediğimiz şeylerin çeşitliliği ve değişik yerlere ve zamanlara uyum sağlayabilmesi, hiçlikten çıkmış olamaz. Bunlar ancak varlığı zorunlu olan Bir varlığın fikrinden ve iradesinden çıkmıştır.

Tanrı’nın gördüğü, konuştuğu, sevdiği, nefret ettiği, verdiği, aldığı, kızdığı, savaştığı, tasarımladığı, çalıştığı ve inşa ettiği ancak benzetme yoluyla söylenebilir. Çünkü Tanrı hakkındaki bütün fikirlerimiz insanlığın özelliklerinden benzetilerek türetilmiştir.

Buraya değin, göklerin ve denizlerin işleyişinin tabiat olaylarını kütle çekiminin kuvveti ile izah etmiş bulunuyoruz. Ancak kuvvetin hakiki sebebini tayin edebilmiş değiliz.’’

Belki kütle çekim kuvvetinin zahiri sebebi, uzay ve zamandaki geometrik eğimdir. Zahiri dedim çünkü, uzay ve zaman bu kuvvetin sahibi değil, sadece bir taşıyıcısıdır.

Newton’un bu notları, maddede var olan fiziksel kuvvetlerin izahının fizikle değil, ancak fizik ötesi ile açıklanması yönünde olduğu açıktır. Buradaki ince sınır, kuvvet ile kuvvet kaynağının farkındalığına varmaktan ibarettir.

3.3. Makro, Normo ve Mikro Alemler

Özel görelilik ile zamanın, genel görelilik ile maddenin izafi olduğu artık bilinmektedir. Zaman, uzayın bükülmesidir. Madde bir enerji, enerji de bir çeşit ışıktır.

Evrenin yaklaşık %5 kısmı madde, %23 oranda karanlık madde ve %72 nispette karanlık enerji olduğu tahmin edilmektedir. Bilimin sahası yani fizik ve matematik ile gerçekliğe ulaşmak bu %5 kısımdan ibarettir. Ötesini anlamada mevcut fizik kuralları geçerli değildir. Burada da metafizik bir sınır vardır.

Benzer bir sınır, atom altı dünyasında da var ve ötesine inilemez. Adeta bilim, bu iki metafizik hudut arasında yaşar. Bilimin ulaşacağı göreceli gerçeklik sadece bu aralıktadır.

Bütün bunlara rağmen insanın eli ulaşamasa dahi, metafizik alemleri düşünmeden de edemez. İnsan cismi Evrene nispetle küçüktür ama zihni, fiziksel Evrenin ötesini düşünebilir bir kapasiteye haizdir. Sanki bu zihinsel istidat, metafizik alemin kapısının zilidir.

3.4. Laplace’dan İnciler

Fransız matematikçi Laplace, The Mathematical Theory of Probability eserde, zamanı aşkın metafizik gerçekliği ve aklı yine akılla aşmak gerektiğini bakın nasıl ifade eder:

‘‘İnsan aklı, 'Bu Aklın' zayıf bir taslağını geometriye vererek ulaştığı mükemmellikte çalışır. İnsan, doğruyu arayışındaki bu çabaları, 'Bu Akla' gittikçe daha yakın olmayı amaçlar. Fakat insan, O’na sonsuz uzaklıkta olacaktır.

Doğada etkileyen bütün kuvvetleri ve dünyayı meydana getiren tüm şeylerin konumlarını, verilen bir anda bilen 'Bir Akıl' düşünelim. Bunun yanında bir de 'Bu Aklın' bütün bu bilgileri matematiksel analize tabi tutabilecek yetenekte olduğunu varsayalım. Öyleyse 'Bu Akıl', tek formülle evrendeki en büyük cisimlerin ve en hafif atomların hareketlerini kapsayacak bir sonuca varabilir.

O’nun için hiçbir şey belirsiz olamaz. Geçmiş ve gelecek, O’nun gözlerinde şimdi görünür.’’

İşte Laplace’ın ulaştığı bu nokta, nedensellik ilkesini, fiziki unsurların kendi sınırları içerisinde tabi olduğu bir işleyişten ibaret görmesidir. Onun metafiziği onaylayan pozisyonu, kabul ettiği bu temel ilkenin, aşkın alemlerde geçerliliğinin olmadığına bir şahitlikten ibarettir.

 Kaynakça:

1- Prof. Dr.  Ahmet Ayhan Çitil, Medeniyet Okumaları Dersleri, İstanbul Medeniyet Üniversitesi

2- Prof. Dr.  Ahmet Ayhan Çitil, Metafizik Okumaları Dersleri, Klasik Düşünce Okulu

3- Doç. Dr.  Baha Zafer, Medeniyet Okumaları Dersleri, İstanbul Medeniyet Üniversitesi

4- Prof. Dr.  Ahmet Ayhan Çitil, Matematik ve Metafizik, Alfa Yayınları

5- Martin Heidegger, Özdeşlik ve Ayrım, Çeviri: Necati Aça, Bilim ve Sanat Yayıncılık

6- M. Fethullah Gülen, Kalbin Zümrüt Tepeleri (4 Cilt), Süreyya Yayınları

7- Immanuel Kant, Arı Usun Eleştirisi, İdea Yayınevi, Tercüme: Aziz Yardımlı

8- Isaac Todhunter, A History of the Mathematical Theory of Probability: From the Time of Pascal to That of Laplace,

9- Isaac Newton, The General Scholium

10- Prof. Dr. Yunus Apaydın, İslam Bilginlerinin İlimler Tasnifi ve Taşköprülü Zâde Ahmet Efendi, Erciyes Üniversitesi Matbaası

Devamı gelecek...

Share this article: Link copied to clipboard!